Krzysztof Warlikowski
Tiyatronun gerçek ustaları çoğunlukla sahneden uzaktır. Haliyle geleneği sürdürüp basmakalıp sözleri yineleyen bir sistem olan tiyatroyla uzaktan yakından ilgileri yoktur. Hayatın nabzını tutar onlar; salonlara hapsolmuş performansları, taklit yaşantılara meyyal seyirci yığınlarını kale almayan çağdaş eğilimlerin peşindedirler. Bizse seyirciyi kışkırtan su yüzüne çıkmamış duygularımıza nüfuz eden bir dünya yaratmak yerine var olanı kopyalıyoruz. Aslına bakarsanız tiyatrodan başka hiçbir şey saklı kalmış tutkularımızı açığa çıkaramaz.
Böyle durumlarda kılavuzum edebiyattır. Gündüzüm geceme karışır ve kendimi neredeyse yüz yıl önce uygarlığımızı hala aydınlatılması gereken bir karanlığa mahkûm etmiş bir dönemi, yani Avrupa tanrılarının çöküşünü sakınarak sezdiren yazarları düşünürken bulurum. Aklımda kalanlar Franz Kafka, Thomas Mann ve Marcel Proust… Bugünden bakarsak John Maxwell Coetzee’yi de bu kâhinler grubuna dâhil edebiliriz.
Söz konusu yazarların bir insan ilişkileri modeli olarak içinde yaşadığımız dünyanın kaçınılmaz sonuna, toplumsal sınıf ve kalkışmalara dair sağduyulu yaklaşımları bugün burada hepimiz için adeta yol göstericidir. İşlenen akıl almaz suçlara, alesta bekleyen medyanın bile hızına yetişemediği günbegün yeni yerlere sıçrayarak yayılan çatışmalara karşın ayakta kalabilen her kimse ancak o hayata tutunabilir. Bu ateş yandığı gibi sönebilir ve haber bültenlerinde tekrar yer almamak üzere tarihe karışabilir. Biz yine kendimizi çaresiz, korkak ve kapana kısılmış gibi hissederiz. Artık fildişi kuleler inşa edemiyoruz; ısrarla ördüğümüz duvarlarsa bizi korumaktan aciz! Aksine korunmaya muhtaçlar ve yaşam enerjimizin çoğunu çalarak ayakta kalabiliyorlar. Deneyecek gücümüz yok. Duvarların ardında, kapıların dışında ne var? Uzanıp bakacak takatimiz kalmadı. Sizce tiyatro neden hala var ve gücünü neye borçlu? Elbette tehlikeli sularda yüzmek için!
‘Söylence söylenemeyenlerin izini sürer. Hakikati gösterdiğinden esrarengiz bir biçimde sona ermelidir.’ der Kafka, Promete efsanesinin dönüşümünü anlatırken. İçimden bir ses aynı şekilde tiyatroyu da tanımlayabileceğimizi söylüyor. Bütün tiyatro emekçilerine, oyunculara ve seyircilere doğruyu gösteren ve açıklanamaz bir biçimde sona eren bir tiyatro yapıtı olamaz mı? Bunu bütün kalbimle diliyorum.